Kültür & Sanat

Gülen ve Güldüren Adam: Kemal Sunal

Kemal Sunal

Birini düşünün ki en doğal haliyle insanları gülümseten, en içten jestiyle milyonları kahkahaya boğabilen… Birini düşünün ki samimi ve sempatik duruşu, ilk dakikada beyaz perdeyi aşarak izleyenlerin kalbinde yer edinen… Türk sinema tarihinin unutulmaz isimlerinden Kemal Sunal, nam-ı diğer Gülen Adam, oyunculuğu, duygusal kişiliği, en çok da masum gülümsemesiyle, aramızdan ayrılışının yirmi birinci yılında da yediden yetmişe insanların içini ısıtmayı, etkileyip hayran bırakmayı sürdürüyor.

Malatyalı bir ailenin üç çocuğundan en büyükleri Ali Kemal Sunal,10 Kasım 1944’te İstanbul’da dünyaya gelmiştir. İlk amatör oyunu olan Zoraki Tabip’i Vefa Lisesi’nde okuduğu yıllarda sahnelemiş, yine lisedeki felsefe hocası Belkıs Balkır’ın yardımlarıyla Müşfik Kenter’le tanışarak sanat dünyasına adımlarını atmıştır.

Sık sık Fransız komedyen Fernandel’e benzetilen Sunal için Zeki Müren’in, “Fernandel ile Jean Paul Belmando karışımı” dediği bilinmektedir. Öyle ki yüzü ve gülüşüyle tanınan Kemal Sunal, 1972 yılında, Ertem Eğilmez tarafından yönetilen ve ilk filmi olanTatlı Dillim için, İlk gün en arkaya gittim, oturdum. Perdede 8 kere ancak gözüküyorum. Her görünüşümde salonda kıyamet koptu. Suratımı görür görmez büyük alkış ve gülmeler… Lafları duymuyorlardı. Suratım enteresan geldi seyirciye. Sıcak ve kendinden biri buldu sanıyorum. O zaman şöyle arkama yaslanıp, “Bu iş tamamdır” dedim.” demiştir.

Özel hayatında ekranlarda göründüğü gibi olmadığını, titizliğe ve konuşmaktan çok dinlemeye önem verdiğini belirten Kemal Sunal, kendisini çok fazla gülmeyen ve soğuk biri olarak tanımlamıştır. Devekuşu Kabare Tiyatrosu Ankara turnesindeyken tanıştığı ve 1975 yılında evlendiği eşi Gül Sunal da çok iyi bir aile babası olduğunu ve herkes tarafından çok sevildiğini dile getirmiştir.

Kemal Sunal’ın yaşamı da izlediğimiz filmlerinin tadında geçmiştir. Askerliği sırasında, diğer askerlerin onu görünce gülmesi ve “birliğin düzenini bozması” sebebiyle eğitimlere katılmayıp kademede görev almıştır. Liseyi tam 11 yılda bitiren Sunal, bu durumu da şöyle açıklamıştır: “Bu benim tembelliğimden, salaklığımdan ileri gelen bir şey değildi. 15-20 kişilik bir grubumuz vardı. Beraber geçiyorduk, beraber kalıyorduk. Anlaşmış bir gruptu. Bir nevi haylazlıktı tabii…” Şaban ismiyle bütünleşmesini sağlayacak, ününe ün katacak Hababam Sınıfı için biçilmiş kaftan diyebilir miyiz?

Ne yazık ki bu renkli kişilik, büyük usta Kemal Sunal, 3 Temmuz 2000 yılında, Balalayka adlı filmi çekmek üzere bindiği uçakta geçirdiği kalp krizi sonucu hayata gözlerini yummuştur. 55 yıllık yaşamına 82 film sığdıran, efsanevi karakterleri ve olağanüstü kişiliğiyle gönüllere taht kuran, Yeşilçam’ın en parlak yıldızlarından Gülen Adam’ı, aramızdan ayrılışının 21. yılında çokça özlem, saygı ve hayranlıkla anıyoruz.

Şaban ve Hababam Sınıfı

İnek Şaban, Hababam Sınıfı

Kemal Sunal, Hababam Sınıfı’ndaki İnek Şaban rolü ile akıllara kazınmıştır. Öyle ki Şaban adı ile iyice bütünleşmiş, Hababam Sınıfı ve İnek Şaban filmleri hariç hatrı sayılır sayıda filmde de Şaban karakterini canlandırmıştır. Hatta “Atla Gel Şaban” filmindeki rolü Şaban olmasa bile, seyirciler açısından fark edilmemesini Sunal şu sözlerle açıklar:

“Bundan sonra filmlerde Şaban adını koymasak bile, değişen bir şey olacağını zannetmiyorum. Millet Şaban olarak biliyor. Bu yıl, firma yanlışlık yaptı. Film adım Niyazi. Adının Atla Gel Niyazi olması lazım. Afişler, lobiler hepsinde Atla Gel Şaban oldu. Seyircilerden bir kişi çıkıp da, filmdeki adın Niyazi, afişte Şaban, demedi. Farkına bile varmadı. Kemal Sunal’ın adı, Niyazi olsa ne olur, Şaban olsa ne olur?”

Şaban karakterinin doğum yeri, hem edebiyatımızda hem de sinemamızda bir kült haline gelmiş Hababam Sınıfı, ilk olarak 1957 yılında kitap olarak basılmıştır. Rıfat Ilgaz’ın, “Stepne” takma adıyla, Dolmuş dergisinde yazdığı yazıların bir kısmını derlemesiyle oluşan kitabı, 15 yıl sonra, 1972’de, Hababam Sınıfı Baskında, Hababam Sınıfı Sınıfta Kaldı ve Hababam Sınıfı Uyanıyor izlemiş; bir 15 yıl sonra, 1987’de ise serinin son kitabı, Hababam Sınıfı İcraatın İçinde yayınlanmıştır.

Rıfat Ilgaz tarafından 1966 yılında piyese dönüştürülen Hababam Sınıfı, çeşitli tiyatrolara, müzikallere konu olmuş ancak asıl yankı, film uyarlamaları sayesinde olmuştur.

1975, Hababam Sınıfı film afişi

1 Nisan 1975 yılında gösterime giren ve bir rekor kırarak tam 28 hafta vizyonda kalan ilk filmi, 5 film daha izleyerek Ertem Eğilmez tarafından yönetilen 6 filmlik bir seri oluşmuştur. Serinin ilk dört filminde İnek Şaban rolüyle akıllara kazınan Kemal Sunal’a; Tarık Akan, Münir Özkul, Adile Naşit, Halit Akçatepe, Şener Şen gibi çeşitli usta oyuncular eşlik etmiştir. Hababam Sınıfı Sınıfta Kaldı, serinin ikinci filmi olup en çok hasılat yapılan ve Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Müzik Ödülü’nü alan filmdir.

Modern Seri olarak bilinen ve 2004-2006 yılları arasında izleyicilerle buluşan Hababam Sınıfı: Merhaba, Hababam Sınıfı Askerde ve Hababam Sınıfı Üç Buçuk filmleri, beklenen etkiyi yaratmasa da ilgi çekmiş ve önceki seriye devam niteliğinde olmuştur. Kadrosunda Hülya Koçyiğit, Mehmet Ali Erbil, Zeki Alasya gibi isimlerin olduğu filmler, Hababam Sınıfı mezun olduktan sonra eğitime devam eden Özel Çamlıca Lisesi’ni ve eski Hababamcıları örnek alan yeni nesli anlatmaktadır.

Rıfat Ilgaz

Kemal Sunal, Rıfat Ilgaz ve Tarık Akan

Yazının sonuna yaklaşırken usta şair, roman ve öykü yazarı Rıfat Ilgaz’dan da bahsetmenin yerinde olacağına inanıyorum.

Hababam Sınıfı ile ünü artan Ilgaz, 1911 yılında Kastamonu’da doğmuştur. Eserlerinde toplumcu gerçekçi bir anlayış benimsemiş, dönemin çalkantılı koşulları yüzünden hayatı boyunca diken üstünde yaşamış, hapishaneye girip çıkmış ve daha pek çok zorluklarla mücadele etmiştir. Sanatı ve edebiyatı daima ön planda tutmuş, en dayanılmaz zamanlarında bile şiirden, öyküden, yazmaktan vazgeçmemiştir. Sabahattin Ali ve Aziz Nesin ile birlikte, Türk siyasi edebiyatının önemli mizah dergilerinden Markopaşa’yı çıkarmaya başlamış, öykülerinde de toplumsal konuları mizahla harmanlayarak işlemiştir.

Bir röportajında, Hababam Sınıfı kastedilerek “Nasıl bu kadar güldürebildiniz?” sorusuna verdiği cevap, buna örnektir:

Eskiden idamlar sabaha karşı yapılırmış. Belli bir süre sonra idam yaklaştığında tüm dükkanlar açılmaya, esnaf satış yapmak için bağırıp çağırmaya başlamış. Bunun üzerine aileler de o saatlerde sokağa çıkmaya başlamış ve idam vakitleri panayır havasına bürünmüş. Sonuçta da ölen bir adama bakarak gülen bir halk görüntüsü oluşmuş. Ben de çöken eğitim sistemini anlattım. Hepimiz ölen bu sisteme bakarak güldük.”

Rıfat Ilgaz için sanat, toplum içindir. Toplumun yaşadıklarını, yüzleştiklerini, eksiklerini ve yanlışlarını gerek hiciv yoluyla gerekse doğrudan anlatmak, bireyleri aydınlatmak en önemli unsurdur. Bu yüzdendir ki, Hababam Sınıfı filmlerine mesafesini korur. Onlar, Hababam Sınıfı’nın özüne saygı gösterilerek çevrilmiş filmler değildi. İçeriği bakımından, tezi bakımından aykırı. Ben eğitimi eleştiririm. Kopyacılığı, ezberciliği…” sözleri de, düşüncelerini desteklemektedir.

Ömrünün son yıllarını; bir sonraki nesle kendinden bir şeyler bırakmak, yaşadıklarını ve ideallerini çocuklara aktarmak için çocuk edebiyatı ve anı alanlarında çalışarak geçirmiştir. Okutmak Üzerine adlı şiirinde bu durum betimlenmiştir aslında:

“Sınıfın ozanıyım mimli

Hababam Sınıfı’nın yazarıyım ünlü

Kim ne derse desin, çocuklar için yazdım hep

İki iş tuttum ömür boyu köklü.

Çocukları okutmaktı ilk işim.

İkincisi,

Yazdıklarımı çocuklara okutmak.”

19 Kasım 1991 yılında yazdığı son şiiri, “Son Şiirim” ile de yazıyı bitirirken usta sanatçı Rıfat Ilgaz’ı, ölümünün 28. yılında saygıyla anıyoruz.

“Elim eline değsin

Isıtayım üşüdüyse

Boşa gitmesin son sıcaklığım.”

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

Başa dön tuşu