Röportajlar

Kybele Söyleşileri – Bedük

Karantina sürecinde neler yapıyorsunuz, zamanınızı nasıl geçiyorsunuz? Karantina süreci ailenizle zaman geçirmek ya da ilgi duyduğunuz başka şeylere vakit ayırmak için bir fırsata dönüştü mü?

Benim için normal olan bir süreç sürekli olarak evde vakit geçirmek. Sizin için sorun aslında, sizler kaynaşamıyorsunuz. Beraber festivallere gideceğiniz, dışarılarda takılacağınız, partiler yapacağınız, kampüste vakit geçireceğiniz en güzel 4 yılınızın bir yılı yandı. Bunun için gerçekten çok üzgünüm. Ben normalde de sürekli olarak stüdyodayım zaten, sizler geldiniz aslında karantinaya. Ufak bir yerde oturup müzik yaptığım bir dünyadayım, normal yaşantımda bu şekildeydi. Sizler şimdi anlıyorsunuz aslında bizi. Prodüksiyonla, müzikle uğraştığın zaman karantinada gibisin zaten. O yüzden konserlerde sahneye çıktığım zaman aşırı eğleniyorum. Çünkü benim için bir sosyalleşme alanı oluyor konserler. Bu süreçte benim için tek fark konser yapamam, İstanbul’a gidip gelemem oldu, bundan dolayı da çok daraldım. Bir yandan da konser verememek ve önümü görememek gelecek kaygısı yarattı bende. Bu da motivasyonumu düşürdü ve yaratıcılığımı azalttı.

ODTÜ Şenlikleri deyince akla ilk gelen isim Bedük oluyor hep. Bir nevi ODTÜ ile bağdaştınız diyebiliriz. Peki ODTÜ sizde ne tarz hisler uyandırıyor? Devrimde sahneye çıktığınızda neler hissediyorsunuz?

ODTÜ ev demek benim için. Orada kendimi canlı hissediyorum. Siz nasıl orda eğleniyorsanız, dans ediyorsanız ve mutluysanız, ben onun on katı şekilde bunları hissediyorum. Az önce bahsettiğim sebeplerden ötürü hem stüdyodan çıkmış olmak hem de benim hissettiğim aynı dünya enerjisinde olduğum kişilerle bir arada olmak oradaki enerjiyi yaratıyor. Oradaki enerjiyi hep beraber ortaya çıkartıyoruz aslında; bundan dolayı da ODTÜ Şenliklerini toplanma, bütün senenin acısını çıkartma, sosyalleşme ve aile ile buluşma ortamı olarak görüyorum. Benim için anlatılamayacak kadar değerli bir konumda bulunuyor.

ODTÜ Şenlikleri’nde verdiğiniz konserlerden hatırladığınız komik/ilginç bir anınız var mı?

Çok var aslında. İlk konserde 3 saat falan çaldık. Konser sırasında bizim davulcu Emrah Yıldırım’ın tuvaleti geldi. Son 5 şarkı falan. Her seferinde ben gidiyim siz çaktırmadan çalın ben araya kaynarım falan deyip duruyordu. Biz de hayır saçmalama, olur mu öyle birlikte çalacağız tabi falan diyoruz. Tam bitiriyoruz diyorum, Emrah da hadi bitirdik diye kalkıyor, istek geliyor bir şey oluyor falan bir şarkı daha giriyorum. Böyle yarım saat falan daha devam ettik. Sonra arkadaki grup otobüsüne gittik. Grup otobüsünün etrafı da tamamen dolu, zar zor içeri attık kendimizi. Biri benim yakama yapışıyor, bir arkadaşın saçına yapışıyor falan. Ben en son şey diye bağırdığımı hatırlıyorum “oğlum siz mühendissiniz napıyorsunuz”. Öyle bir enerji vardı ki ortada minibüs devrilecek diye korkuyorduk. O sırada da fark ettik ki Emrah biz sahneden indikten sonra arada hemen kaçmış tuvalete. O yüzden de geç geldi minibüse. İçeri girmeye çalışırken bizim oradaki görevliler de Emrah’ı içeri almıyorlar.  Minibüs gitmeye başladı kapı yarı açık. Emrah koşuyor minibüsle beraber. Daha sonra bir şekilde aldık içeri. Böyle bir anımız olmuştu. Onun dışında kelinden öpeceğim modası vardı bir ara. Başaranlar da oldu. Sahneye çıkmaya çalışan çok fazla kişi oluyordu. Güvenlikler de iri yarı insanlar, çıkmaya çalışanları itiyorlar falan. Ben abi ne yapıyorsunuz, hayır falan dedikten sonra biz o zaman karışmıyoruz dediler. Daha sonra sahne komple seyirci haline gelmişti. Bunun gibi şeyler çok fazla oldu.


Şu an aslında herkes sizi Bedük olarak tanıyor ama siz ilk albümünüz olan “Nefes Almak Zor’u” Serhat olarak çıkarttınız. Serhat adıyla müzik hayatına nasıl giriş yaptınız, ne zaman bu sektöre yöneldiniz?

Ben 16 yaşıma kadar sadece top oynamak isteyen biriydim, iyi kaleciydim. 16 yaşından sonra müzik hayatıma girmeye başladı. Ablam gitar dersi alıyordu. Ben de ince ince müzikle ilgilenmeye başladım. Ablamdan gaza gelip gitar kursuna gitmeye başladım. Ama sadece 6 ay kadar gittim çünkü sert müzik seviyordum. Bize orada klasik müzik öğretiyorlardı. Sonra babama yalvararak falan kendime bir elektro gitar aldırdım. Ondan sonra kendi kendime devam ettim. Bir yandan da elimde gitarla okula gidip geliyorum. Gitarı gören arkadaşlar beraber bir şeyler çalalım falan diyorlar. Bende çalmayı bilmiyorum, daha yeni başlamıştım ama yapıyorum bir şeyler. Sonra okul orkestrası hocası gördü beni. Gel hadi çal dedi. Okul orkestrasına girdim bu şekilde. Elime bir de bas verdiler. Bas da perdesiz bas bu arada. Perdesiz basla başladım ve öğrenmek durumunda kaldım. Sahneye ilk adımımı bu şekilde attım. Ondan sonra hep gruplar kurdum, Ankara’nın her yerinde çıktım. Bazı gruplarda kendi şarkılarımı çaldım söyledim, bazılarında cover yaptık. Bu şekilde devam etti bir süre. Sonra arkadaşlar dağılmaya başladı, üniversiteyi bitiren İstanbul’a gitmeye, işe girmeye başladı. Ben o bırakmayıp diretenlerdendim işte. Benim işim bu olarak bakmaya başlamıştım. İstanbul’a gidip gelmeye görüşmeler yapmaya başladım o dönem. Şans eseri bir prodüktörle tanıştım. Ona şimdiki İngilizce disco, dans parçalarını falan götürdüm. Bir de Son Sigaramsın gibi parçaları götürdüm.  Şu anda Bedük olarak çıkarttığım şeylere hayatta olmaz böyle bir şey, tutmaz yani dedi. Sene de 2003 o zaman. Ondan sonra Serhat olarak öbür şarkıları çıkaralım dedi. Bende “Serhat ne ya bari Bedük olsun; soyadımı kullanalım, özgün bir şey olsun, bana ait.” dedim. “Saçmalama Bedük diye artist mi olur? Millet dalga geçer.” dedi. İsim de Serhat kaldı böylece. Bir buçuk sene falan geçti içime sindiremiyorum, ben o değilim aslında. Ben ayrılıyorum, kendim devam edeceğim yoluma dedim prodüktöre. Öyle de devam ettim. Bir şekilde ne olursa olsun bırakma hikayesi yaşadım yani.

Günlük hayatınızda da yaptığınız tarzda, electronic, rock ve dans müziği tarzı şeyler mi dinliyorsunuz? 

Benim yaptığımın biraz daha indie’sini dinliyorum. Biraz daha funk, indie, electro gibi şeyler dinlediğimi düşünün. Dinlediğim sanatçı listesi de çok çeşitli. Bir sürü farklı kişiyi dinliyorum.

Kendi müziğinizi yaparken esinlendiğiniz, size ilham veren sanatçılar var mı?

Küçüklüğümden beri hiç duvarıma poster asan biri olmadım. Çok etkilenip birisini takip eden biri değilim ama tabii ki etkilendiğim şeyler var. Lise dönemim The Chemical Brothers’ın, Daft Punk’ın ilk hallerinin çok önde olduğu bir zamana denk geldi. Mesela kliplerim özellikle bakış açısı olarak onların kliplerinden çok etkilenmiştir. O dönem bir de dans müziğinin en rövanşta olduğu zamanlardı. Bende çok fark yaratmıştır o klip dünyası.

Birbirinden keyifli şarkılarınızı yazarken nasıl bir süreç izliyorsunuz? Şarkı sözü yazma, müziğinin yapılması ve klip çekimlerinde nasıl bir süreç geçiriyorsunuz, bu süreç boyunca modunuz / ruh haliniz nasıl oluyor?

En başta hep deneme ile başlıyorum. Yeni ne yaparım diye saçma denmelerle, oyunlarla başlıyorum. O kadar saçma denemelerim var ki inanamazsınız yani. Sonra yavaş yavaş bir yere oturduktan sonra o şarkının bana hissettirdiği sözü ya da o melodiyi aramaya başlıyorum. Yavaş yavaş bu şekilde toparlanıyor ve bir yere gidiyor. 3-5 şarkı ortaya çıktıktan sonra albümün vizyonu ortaya çıkmış oluyor. Hep albüm şeklinde çıkartıyorum şarkılarımı ve albümdeki 1-2 parça hit oluyor çoğunlukla. Ama hangi parçanın hit olacağını bilmeden giriyorum ilk başta. Ondan sonra diğer yaptığım şarkıları sound olarak o vizyonun içine dahil etmeye çalışıyorum. Çünkü albüm benim için sanatsal bir bütün oluşturmalı. İnce ince dokunuşlar yaparak o soundları da albüme dahil ediyorum. Çekeceğim klipte o zamanın şartına göre değişiyor. Bütçesi de yapacağım işte ona göre farklılık gösteriyor. Ama hep o şarkının bana hissettirdiği duygulara göre ve bir de öyle değil de böyle bakalım diye düşünerek ortaya bir şeyler çıkartıyoruz. Bir formülü yok aslında hep deneyerek, üstünde oynayarak bir şeyler çıkartıyorum. Ama ne yaparsam yapayım dans ettirecek bir şeyler çıkıyor ortaya.

Yeni bir şeylerin üretim aşamasına girdiğim zaman çok depresif oluyorum, normal halimin tam tersinde oluyorum aslında. Kendime güvenim tamamen gidiyor, hiçbir şey yapamıyorum, o zamanda yaptıklarımı nasıl yapmışım falan diye düşünerek başlıyorum her zaman bu sürece. Kendine güvenin gittiği zaman psikolojinde bozuluyor zaten. Etrafımdakiler için çok sorun oluyor bu durum.

Şarkılarınızın söz, müzik ve prodüksiyonunu kendiniz yapıyorsunuz.  Klip çekimlerinde yönetmenliklerin ve kapak tasarımlarının bazılarının size ait olması üniversite sürecinde olan bir yatkınlık mıydı, bunları kendiniz üretmeye nasıl karar verdiniz?

Müzik sektöründen önce art direktörlüğü yaptım. Bilkent üniversitesinde grafik tasarımdan mezun olduktan sonra İstanbul’da reklam ajanslarında çalıştım art direktörü olarak. 3 yıl içerisinde de iyi bir konuma geldim. Oradan geliyor aslında. Elimin altında çok iyi bir art direktörü var ve bedava. Bu adamı niye kullanmayayım yani diye düşünerek başladım. Birisine bir şey anlatana kadar, kendim istediğim şeyi ortaya çıkartmam çok daha kolay oluyor. Mesela birisine bana şu domatesi getir dediğin zaman o domates gelir sana. Ama ben insanlara şöyle bir domates hayal ediyorum desem saçma sapan bir domates gelir çünkü karşındakinin hayal gücüyle ve yapabildikleriyle kısıtlı oluyorsun. Hayal ettiğim domatesi başkasına anlatana kadar, ben o domatesi yaratıyorum. Çok daha hızlı, ucuz oluyor ve ortaya bana özgü bir şey çıkıyor. Bu yüzden de kendim yapmayı tercih ediyorum bu işleri. Kliplerde falan başkalarıyla çalıştığım da oluyor. Her zaman benim yaptığım işi bir başkasına devrettiğimde onun profesyonelliğini kullanmak istiyorum. O yüzden bunu böyle, bunu böyle yap gibi yönlendirmiyorum, onun sanatsallığına ve profesyonel sanat açısına tamamen güvenip bende sadece kendi bakış açımı iletiyorum. Her şeyi bu şekilde beraber oluşturuyoruz ve yine bizden, tam olarak bana ait bir şey çıkmış oluyor.

Şarkılarınızdan sizin için özel, yeri ayrı olan bir şarkınız var mı? Varsa sebebi nedir?

2010 yılında “Go” albümünde “Feels Like Heaven” diye bir şarkı var. Oğlumun doğumuyla birlikte ona yazdığım bir şarkı. Senin gelişin bana cennet gibi hissediyor gibisinden. Sözlerini okuduğunuz zamanda anlarsınız. Bu şarkı çok önemli benim için. Onun dışında “Automatik” şarkısı kariyerimi ilk patlatan şarkı olduğu için onun yeri de ayrı.

Automatik şarkınızın klibinde bir düğünde şarkı söylüyorsunuz. Klip ile ilgili de oldukça fazla olumlu yorum almışsınız. Böyle bir fikir nasıl geldi aklınıza? Klipteki düğün gerçek miydi? Çekim aşamasından biraz bahseder misiniz?

Bu şarkının yönetmeni yine Murat Küçük. Fikir onunla birlikte oturup ne yapalım falan diye konuşurken çıktı ortaya. Bayrampaşa’da gerçekten bir düğün salonuna gittik, orayı kiraladık. Gelen konular takipçilerim, arkadaşlarım ve cast ekibiydi. Hep beraber orda gerçekten çelenklerle falan bir düğün yaptık. O orijinalliğini veren bu aslında. Gerçekten bir düğün yaptık ve gerçek düğün kamerasıyla çektik. Çektiğimiz kamera 90’ların düğün kamerası. Arada sünnet görüntüleri geliyor mesela onlar eskiden kullanılan DHS kasetlerle yapılabiliyor. Eskiden videolar DHS’ye çekilirdi ve kaset dolardı mesela onun üstüne yeni bir şey çekince aralarda eski görüntüler kalırdı. Biz de DHS kasetle çektik ve aralarda gelen sünnet görüntülerini de önceden kalmış görüntüler gibi düşünebilirsiniz.

Youtube o dönem yasaklıyken 600.000 dinlendi bu şarkı ve bu sayıyı şu anın 6 milyonu gibi düşünün. Çok büyük bir patlamaydı. Aslında hak ettiği değeri fazlasıyla gördü bu video. Ondan sonra yaptığımız konserlere falan da iyice istek arttı.

Prodüksiyon kısmıyla ilgili YouTube kanalınıza da içerik üretiyorsunuz. “Bi Tık Prodüksiyon” adında bir seriniz mevcut. Size bu konuda çok fazla soru geliyor muydu? Bu tarz bir şey çekmeye nasıl başladınız? Türkiye’de bu tür konulara ilgi duyan büyük bir kitle var mı peki?

Oldukça ilgili bir kitle mevcut. Artık bütün müzik prodüksiyon işi bir laptopla halledilebiliyor. Gençler bir dizüstü bilgisayarla bile dünya çapında işler yapabildiklerini gördükten sonra daha çok ilgilenmeye başladılar.  Bu durum sadece Türkiye’de değil dünya çapında da aynı şekilde. Türkiye’de bu işi öğrenmek isteyen çok fazla insan görüyorum. Ben bu işe başladığım zamanlarda Türkçe içerik yoktu. Ben de yeni başlayacak kişilere Türkçe içerik vermek istedim, ince ince ben ne yapıyorum detaylarını vererek başladık içerik üretimine. Son zamanlarda bu işlere geri döndüm, Instagram’dan canlı yayınlar yapmaya başladım. Fark ettim ki insanlar artık ben nasıl yaparım mevzusunu geçmişler, çoğu hemen köşeyi dönme hayalleri peşinde. Benden öyle taktikler bekliyorlar ki inanamazsınız. Mesela biri diyor ki bana bir plugging söyle ben ona basayım ve benim de vokalim bomba bomba gelsin. Öyle bir şey yok, bunu anlatamıyorum. Yaptığımız iş hem sanat hem de zanaat. Bunların kitapları, üniversiteleri, yıllar süren eğitimleri var. Böyle karşılıklar alınca keyfim kaçıyor, sıkıntı basıyor ben de uzaklaşıyorum.

Günümüzün vazgeçilmezlerinden biri de sosyal medya diyebiliriz. Siz de yaptığınız işlerden dolayı da sosyal medyayı özellikle Youtube’u oldukça aktif kullanıyorsunuz. Peki oradan gelen yorumları takip etme şansınız oluyor mu? Sosyal medya ve kullanımıyla ilgili neler düşünüyorsunuz?

Benim gördüğüm şekliyle sosyal medya ve internet dünyası bir kaza gibi. Bir kaza bu, tek amacı etrafına daha fazla insan toplamak. İnsanlar kaza dışındaki şeylerin başında toplanmıyorlar artık. Sen yüksek dinlenmeli, yüksek seyredilmeli bir şey yapmak istiyorsan koskoca bir kaza çıkarmalısın ortaya. Bu yolu tercih etmiyorsan başka bir yol daha var sonu az dinleyiciye çıkan. Kaza metaforuna bir alternatif daha sunayım. Bir araba düşünün her tarafından ışıklar, dumanlar çıkıyor ve inanılmaz dikkat çekiyor. Bir tanesi daha var böyle şık güzel bir Maybach. Kendi içinde bir tasarıma bir dünyaya sahip olan. Maalesef çoğu kişi ilkinin başında toplanıyor. İkincinin başında toplananlar da çoğu zaman ne güzel deyip yine birincinin başına dönüyorlar. Şimdi internet dünyası ve sosyal medya böyle koca bir kaza bana göre ve ben o kazanın içinde yer almak istemiyorum. Etrafımdan gazlar, ışıklar saçılan bir araba da olmak istemiyorum. Ben ilginizi çeken, içinizden geldiği zaman dönüp dönüp bakacağınız, gördüğünüzde ben de bununla yol almak istiyorum diyebileceğiniz bir araba olmak istiyorum. İşte bu kaza dünyasından uzak durmaya çalıştığım için görüntülenme sayılarıma pek bakmıyorum artık. Fakat yine de bazı insanların saçma yorumları ile karşılaşınca insan daha da soğuyor, uzaklaşmak istiyor ve en sonunda ben kendi işime sanatıma bakayım diye düşünüyor.

Bir cevap yazın

Başa dön tuşu