Röportajlar

Nesne(l) Sergi Röportajları – Coşkun Demirok

Merhabalar Coşkun Bey, bize kendinizden bahsedebilir misiniz?

Merhabalar. Lütfen bana Coşkun deyin, öğrenci olarak bana rahatça ön ismimle hitap etmenizi tercih ederim. Kendimden bahsedecek olursam, çok genç yaşta Almanya’ya gittim ve mimarlık okudum. Öğrenimim biter bitmez çalışma hayatına atıldım. 1999’da iki Alman ortağımla kendi büromuzu açarak hemen her alanda (okul, yaşlı evleri, konut vb.) tasarımlar ve uygulamalarını gerçekleştirdik. 2017’de ortaklığımızı genç bir “team’’ e bırakarak çok genç yaşlardan beri aralıksız ve kaçınılmaz bir uğraşım olan sanat çalışmalarına yoğunlaştım. Kendimi her zaman bir sanatçı olarak tanımladım. Demek ki kişiliğimde vardı. Çalışmalarım özellikle resim, obje ve fotoğraf ağırlıklı süregeldi. 2006 yılında ilk Türkiye sergim Ankara Atlas Sanat Galerisi’nde gerçekleşti. 2011’de Milli Reasürans Sanat Galerisi’ndeki sergim nedeniyle geldiğim İstanbul’da stüdyomu kurdum, farklı sergiler gerçekleştirdim, oldukça geniş geniş bir çevre ile tanışma fırsatım oldu. 2017’de Türkiye şartlarından dolayı atölyemi kapatarak Almanya’ya döndüm. Halen bir dizi farklı boyutlarda çalışmalarım İstanbul’da bulunmaktadır. Annem hala Ankara’da yaşadığı için Ankara’ya geliyorum ve bu sayede ‘’Pandemi Eskizleri’’ sergisine katıldım ve de ardından buradaki ‘’Nesne(l)” başlıklı sergimiz planlamaya girdi.

Düsseldorf’ta mimarlık eğitimi gördüğünüzü, daha sonrasında da DGM Architekten ofisinin ortakları arasında yer aldığınızı okuduk. Bu süreç sizin için nasıl bir süreç oldu? Almanya’da mimarlık okumaktan, ofis zamanlarınızdan bahsedebilir misiniz?

Ankara’da açılan ilk özel üniversitelerden birinde mimarlık eğitimine başlamış, hatta bir mimarlık bürosunda maket yapmaktaydım. İki sömestr ardından Düsseldorf’a gittim ve eğitimime yeniden başladım. Çok keyifli ve renkli yıllardı. 70’lerden bahsediyorum. Öğretim sırasında profesörüm beni bir ofise önerdiğinde iş hayatım çok erken başlamış oldu. Aralıksız bir şekilde mimar olarak farklı ofislerde bulundum. Ardından 20 yıl kadar sürecek ortaklığımız başladı.

Mimarlıkta beklentiler var. Sanatçı ruhu ile yaklaşsanız bile mimariyle ne kadar sanat yapılır, o bir soru işareti. Çünkü kaale almanız gereken bir dizi bağımlılığınız ve başkalarına karşı yükümlülüğünüz var. Bir sanatçı olarak mimarlıkta tabii ki ileri uçlarda beklentilerim vardı ve çok zevkli çalıştım. Çok iyi  işler çıkardığımızı düşünüyorum. Ama çalışırken de sergilere, sanatıma devam ettim, sanat benim için ayrı, paralel bir dünyaydı.

Şu anda ODTÜ KKM’de devam eden Nesne(l) sergisindeki eserleriniz hakkında bize neler söyleyebilirsiniz? Yapım aşamasında ne gibi süreçlerden geçtiniz, vermek istediğiniz duygu neydi?

Bir süredir “Kayıtlar” adı altında günce olarak nitelendirilebilecek desenler yapıyorum. Bu an’ı “yakalamaya” yönelik bir aktivite. Ve bu desenler aralıklarla birikiyor, çoğalıyorlar. Bu anlamda bir dizi grafit deseni ilk kez Düsseldorf’da, İstanbullu arkadaşlarımla gerçekleştirdiğimiz “Schnittstelle Istanbul” sergimizde göstermiştim. Bu sergimizde ise kağıt ve fotoğraf üzeri desenleri bir fırça yardımıyla ve akrilik boya kullanarak tesadüfi jestlere indirgedim. Bunun nedeni, fotoğrafların kendi estetiklerini hırpalamamaya çalışmamdı. Çünkü fotoğraflar, benim çektiğim fotoğraflar değildi. Yöntem ise aynı kaldı, hiçbir zaman önceden planlanmış bir şey yok. Yaptığımız şey anın kayıtları, ama beyin değil; vücudun, nabzın, o titreşimin yarattığı şeyler. En sonunda hepsi sembolik bir şeye dönüşüyor ama aslında öyle bir şey yok, sadece anın kaydı. Bu el yazısını geçmişime, geçmişimi günümüze taşımak için kullanabilir miyim? Bu şekilde olmasaydı belge olacaktı ancak üzerlerine yaptığım müdahale ile hem günümüzü bağladılar hem de geçmişi günümüze aktarmış, onu kişiselleştirmiş oldum. Sanat eseri kendi başına bir anlam taşımıyor, anlam çıkaranlar biziz. Sanat sadece varlığın ifadesi. İnsan olduğumuz için, kendimizin farkında olduğumuz için yapıyoruz bunu. O insan olduğumuzun en dolaysız, en dürüst kanıtı. Sanat bir ifade olanağı, o kadar. Sanatı, sanat kaygısı olmadan yapmak doğrusu bence. Kendini önemsemeden, kendini kandırmadan, yalan söylemeden yapılan sanat, suni ve yapay duygular yaratma çabası olmadan yapılan sanat dürüsttür bence. Çünkü tamamen sizden bir şey fışkırıyor. Önce kendimize karşı dürüst olmalıyız ki yaptığımız iş dürüst olsun. 

Sanat, sanat için ve sanat yapan için vardır ilk etapta. Sanatçı, sanat yapmak zorunda olduğu için yapar. Sonuçta sanatçının bir şeyleri düzeltme arzusu, öğretme eğilimi olabilir ama bütün bunlar onun, sanat yapıtı haline dönüşmesi için bir garanti değildir. Aslında serginin konusu da bu. Sergiyi hazırlarken Ankara’da alışılagelmiş olduğunu düşündüğüm -yanılma ihtimalim az değil- bir sergi havası yakalamaya çaba gösterdik. Yalnızca sanat yapıtı değil, onun sunumu da alışagelmiş bakışı değiştirmeye katkıda bulunabilir. 

Eserlerinizi belirli bir düşünce üzerine mi yaratıyorsunuz? Stil ve konu değişse de eserlerinizin altında yatan ortak bir tema var mı? 

Aşağı yukarı 2000’lerden beri benim yepyeni bir deneyime ihtiyacım olduğunu düşünüyordum, çünkü resim alanında her şey yapıldı. Resmi çizgilere hatta cetvelle çizilmiş çizgilere indirgemeye giriştim. Bir şeyi tasvir etme ya da hikaye anlatma amacında değilim, o sadece yoruma açık fakat her şeyden önce kendisi için var olsun istiyorum. Bu demek değildir ki, sen bir şey yap, o bir şey olur. Sen kendi gerçekliğini ve zamanın ruhunu yakalayamıyorsan; resmetme, daha doğrusu boyama olayını entelektüel bir çaba, bir noktanın daha ilerisine gitme eylemi olarak algılamıyorsan o zaten bir hobi olur. Hobilere de söylenecek bir şey yok tabi ki. Onların çok çok başarılı örnekleri var. 

Bu noktada resmin kendini boyamasına, kendini oluşturmasına erişmeye yöneldim. Tuvali yere koyup üstüne boya dökülüyor ve onun, kendinin yönlenmesiyle o tesadüfi estetik oluşuyor. Ya da bir çıta yardımıyla el ve beden hareketleri kısıtlanıyor ve böylelikle malzemenin, yapıtın oluşmasına en az sanatçı kadar katkısı gerçekleşiyor. İşlerimde duyguyu minimize etmek istiyorum, tabiri caizse baştan konmaya çalışılmış bir “ruh” ya da “duygusallık” istemiyorum. Kendi kendini oluşturan yapıtların, sonradan  yorumlanmasında bir “ruhun” varlığının saptanmasının çok daha iginç olacağını düşünüyorum. Benim çalışmamdaki önemli bir faktör, anlayış bu. Kendiliğinden ve tesadüfi olabilmek, kendine özgü bir el yazısından bile feragat etmeye kadar gidiyor. Önceleri çok az renk kullanıyordum, son 2 yılda bu deneyimi sık sık terk edip yeniden daha renkli deneyimlere başladım. 

Türkiye’de sanatı ve sanata olan bakışı nasıl görüyorsunuz? 

Türkiye’nin çok ilginç, çok renkli ve müthiş sanatsal ve sanatçı potansiyeline sahip bir ülke olduğunu ve siz gençler için çok fazla olanak olduğunu düşünüyorum. Yeter ki onların önü tıkanmasın ve dünya ile bağlantı içinde olabilsinler. Sanat yapmak için de sonsuz kaynak da olduğunu düşünüyorum. İçinde yaşadığımız çelişkili durum her zaman var oldu, yoğunlaştığı dönemler var. Toplumsal çelişkilerin müthiş bir  malzeme sundukları açık. Ama bu çelişkilerin dile getirilmesi de o kadar özgür olmalı. Keşke yaşam Türkiye’de de yaşanılır olsa, kim bilir neler çıkacak ortaya.

Almanya ile karşılaştırıldığında Türkiye’de mimarlık ve estetik bazında ne gibi farklılıklar var? Stil, yaklaşım, duygu açısından değerlendirebilir misiniz?

Sadece Türkiye’de değil, genel olarak mimarların çok özgür olduğunu düşünmüyorum çünkü farklı beklentiler için çalışıyorlar. Mimaride uzlaşma söz konusu. Bir taraftan iyi bir mimari yapmaya çalışırken, onun topluma ve çevreye uyumunu ve hatta sanatı düşünürken işi aldığınız kesimin müdahalesi gereğinden fazla olabiliyor,  hatta sınırlamalara kadar gidebiliyor. İyi bir mimarinin demokratik bir ortama, eğitimli toplumlara gereksinimi var. 50 yıldır Almanyada yaşıyorum, Avrupa’yı gezdim. Avrupa’da mimarların daha kendilerine özgün, daha iyi şeyler yapma olanakları çok daha fazla. Tabii orada da son derece tutarsız şeyler olabiliyor. Ama sonuçta her ülkenin şartları neticesinde durumlar değişebiliyor. 70’lerde Avrupa’da neredeyse bir öğrenci olarak bile çok ciddi yarışmalara katılıp bir şeyler elde edebilirdiniz. Tabii bu da değişti dünya ile birlikte. Almanya’da daha iyi mimarlara rastlamak çok tesadüfi değil. Türkiye’deki katı yaşam şartları, eğitimsizlik  ve  olanaksızlıklar, kaliteli mimarinin ve “alışılagelmemişin” önünde büyük engel. Buna rağmen bunu başarmaya çalışanlara büyük saygı duyuyorum. Mimari gene de sanata çok yakın bir branş. Birinin karşılaştığı zorluklar, diğerinin de karşılaştıklarıyla neredeyse eşdeğer.

Küresel bir pandemi gibi büyük olaylar, kişiliğimizi de derinden etkiliyor. Olaylara bakış açımız, anlayışımız değişebiliyor. Bir sanatçı olarak dış dünyayı algılama, yorumlama ve eserlerinizde yansıtmada pandeminin ne gibi bir etkisi oldu? Sanatçı kişiliğiniz olarak bakacak olursak pandemi öncesi Coşkun Demirok ile pandemi sonrası Coşkun Demirok arasındaki farklar neler?

Yaşamın gerçeklerine dayanan, onlardan kaç(a)mayan bir sanatçı için devamlı malzeme var. Sanatın güzellikle ve çirkinlikle alakası yok, oluşan estetikle alakalı. Çirkin ya da güzel dediğimiz şeyler yalnızca görece. Pandemi sırasında olan şey varlığımızı sorgulamak, yanıtlar aramak ve belki de yeni bir yaşam biçimi ve yöntemi bulmaya çalışmak. Zaten sanatçılar olarak bunu hep yapmaktaydık, ama artık çok çok somut hale geldi. Beklenmedik ve kolay ölüm işin içine girdi ve çok bariz bir hâle geldi. Bu yüzden yaşamınızın anlamını sorgulamaya başladınız. Belki de sergideki işler bunun da bir yansıması. Bu hepimiz için geçerli. Geçmişi sorguluyor, günümüze taşımaya çalışıyoruz. Sanat, geçici de olsa bir özgürlük sağlıyor.

Son olarak, özellikle Türkiye’de sanata ve sanatçıya olan ilgiyi artırmak, düşünce yapısını ve estetik anlayışını güzelleştirmek, bu şekilde geleceğimizi şekillendirerek daha medeni ve mutlu bir yarın yaratabilmemiz için bizlere neler önerirsiniz?

Hiç abartmadan söylüyorum, siz genç nesillerin; bazı kesimler istese de istemese de bu ülkenin geleceğini değiştireceğine eminim. Sizlerle karşılaştıkça çok umutlanıyorum. Almanya’da mesela durgunluk var gibi geliyor bana bazen, yaşlı bir toplum. Ayrıca kültürel aktiviteler ve kültürel potansiyel o denli geniş ve çeşitli ki insanlar doyabiliyor. Türkiye’de kültüre ve sanata olan ilgiyi görmek beni mutlu ediyor. Burada açlık var. Bu yüzden sanat için her türlü çabanın heyecan verici olduğunu ve toplumu ileri götürdüğünü düşünüyorum. Çünkü sanat demokrasiyle yaşar.  Ben de bunun için aranızdayım.

Coşkun Demirok

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

Başa dön tuşu