Röportajlar

Nesne(l) Sergi Röportajları – Ahmet Güven

Merhabalar Ahmet Bey, bize biraz kendinizden bahsedebilir misiniz?

2012’den itibaren sanat alanında aktif bir şekilde faaliyet gösteriyorum. 1987’de ODTÜ Elektronik Mühendisliği Bölümü’nden mezun oldum. Mesleğimle ilgili kurumsal hayatta yaklaşık 25 yıl çalıştım. Çalışma hayatım paralelinde sanatla uğraşmaya devam ettim. 2018 yılından itibaren tamamen sanata yöneldim. Sanata ilgim annem ile başlıyor aslında. Kendisi Gazi Eğitim Resim-İş bölümünden mezun, sergilere katılmış bir resim öğretmeni. Bu açıdan sanata ilgim içinde yaşadığım “habitus”ta başladı diyebilirim. Ankara Atatürk Anadolu Lisesi ve ardından  ODTÜ’deki tahsilimi tamamladıktan yıllar sonra, başlangıçta yer alan ilgime geri dönmüş oldum.

ODTÜ Elektronik Mühendisliği bölümünden mezun olmuşsunuz. Bu kadar teknik bir alanı bitirdikten sonra sanat alanında bir kariyere nasıl yöneldiniz?

Biraz tesadüf, biraz da zamanımızda sanat alanında interdisipliner sanatçıların rol aldığını görmek beni cesaretlendirdi. Mühendislik, sanat alanına değerli katkılar sağlayabilir. Buna içinde bulunduğunuz çevreyi de eklemek gerekir. 2012’de Aslı Kutluay ile tanışmamın önemli bir etkisi oldu hayatımda. Birlikte oluşturduğumuz inisiyatif, ortak çalışmalarımız, bizi güncel ve özgün sanat pratikleri oluşturma problemiyle yüzleştirdi. Serüven böyle başladı.

ODTÜ’de okurken sanat alanında merakınızı artıran, çağdaş sanat ile uğraşmanızda etkili olan şeyler nelerdi?

ODTÜ bana hayata geniş spektrumda bakmayı öğretti. Ezbere dayalı olmayan bir eğitimin var olabildiğini öğretti. ODTÜ’nün verdiği altyapı, kısaca “balık tutmayı öğretmek”ti. Bu bağlamda ODTÜ, düşünce sistematiğimde epey rol oynamış etkili bir kurum. ODTÜ’deyken Mimarlık ve Felsefe bölümleri kendi bölümüm dışında ilgilendiğim bölümlerdi. Örneğin bir seçmeli dersimde Seçil Büker’den sinema sanatı ile ilgili bir ders aldığımı, bir başkasında Sartre’ın “Başkaları Cehennemdir” oyununu işlediğimizi hatırlıyorum. 

Küratör tam olarak nedir? Ne iş yapar? Açıklayabilir misiniz?

İlk küratörlük deneyimini yaşayan deneyimsiz biri olarak, benim için oldukça zor bir soru. Size ancak, değerli küratörlerden öğrendiklerim, sergilerden biriktirdiklerim ve bende etki bırakanlar üzerinden cevap vermeye çalışabilirim.  Kürator latince “cura” kelimesinden geliyor, İngilizcede “taking care” anlamına da gelen bir sözcük. Bir işin sorumluluğunu almak, büyümesi, gelişmesi için gereken özeni göstermek demek. Sanat alanında değerlendirdiğimizde küratörü sadece sanatçıları ve onların işlerini belli bir tema çerçevesinde bir araya getiren bir figür olarak görmek oldukça yüzeysel bir bakış açısı olur. Ben küratörlük rolünü belli bir bağlam içinde “ilişkisel bir deneyim mimarı” olarak görme eğilimindeyim. Burada “ilişkisellik”, “etkileşim” ve “ortam” belki kilit sözcükler/kavramlar. Bağlam, küratörü kendi tarihselliği içinde, bulunduğu “zaman”ın farkında olan, politik ve düşünsel bir figür olarak değerlendirmeme yol açıyor. Basitleştirme pahasına örneğin;  sanatçının derdini anlatmak için yola çıktığını düşünürsek bu şemada küratör, fikirleri bir bağlam çerçevesinde toplayarak, kamusal alanda, sanatçılarla birlikte o sanat olayına katılacak olanları içine katacak ilişkisel özel bir ortam yaratma amacındadır. Bu çerçevede küratörün ideolojik fikir alanları olabilir. Bu alanlar ve bağlam üzerinden mekanı değerlendirir, buradaki düzenleme konusunda koordinasyon yapar, olanakları araştırır. Sanat alanında kritik (kritiği eleştirel manasında kullanıyorum) bir rol bence. Kürasyonun sanatsal faaliyetin yaratıcı kısmında yer aldığını da  düşündüğümü eklemeliyim. 

Çalışmalarınızı, benliğin psikanalitik ve sosyolojik açıdan mekanda kendini kurması üzerine yönetiyorsunuz. Bu konu hakkında neler söyleyebilirsiniz? Mekanda bu özellikleri nasıl hayata geçiriyorsunuz?

Mekanı geniş bir kavram olarak algılıyorum. Dili de bir mekan olarak düşünecek olursak (Heidegger ve Lacan’ a başvurularla) simgeselliğin dil üzerinden kurulduğunu görebiliriz. Öznenin artık sorgulamadan kabul ettiği simgesel gerçeklik, onun “hakikat”ine dönüşür. Bu benim ilgimi çeken bir konu: kendi yerlerinde (cami, devlet dairesi ya da 3+1 bir ev) sorgulanmadan kabul edilmiş birtakım nesne simgeselliklerinin “hakikat”e dönüşme süreci. Bahsettiğim simgesel yükleri olan nesneleri sergi alanında yeniden konumlayarak ya da orada yeniden inşa ederek  bir tür yapı sökümsel sürece sokmak, bu simgesel gerçekliklerin hakikatini sorgulamakla eşdeğer.  Sanatın, hakikatle bu şekilde bir ilişkisi kurulabilir. Önceleri sanatın “hakikat” ile ilişkisi mimetik şeklindeydi. Mimesis bağlamında bakıldığında hazır nesnelerin kullanımı çok önemli bir hamle. Hazır nesne, bir başka nesnenin temsilini değil; kendisini, bir nevi hayatın kendisini sergi alanının tam ortasına koyma hamlesi olarak değerlendirilebilir. Ya da örneğin performans sanatının bir tiyatro oyunu ya da film senaryosundan farklı  bir biçimde; kurgudan ari(ucunun açık olması durumunu kast ediyorum) olması, performans sanatında neredeyse hayat kadar ucu açık bir şeyin yaşanıyor olması. Örneğin Marina Abromovic’in, Ritim 0 performansında ölüm tehdidine kadar gidebildiği performansı. Öte yandan, hayatın kendisini sergi alanına yerleştirdiğimizde aslında hakikatin yapı sökümü sürecine giriliyor. Başka bir yere (kutsala, iktidara ya da mahreme)  ait bir nesne, sergi mekanına konumlandırıldığında orada farklı bir ilişkisellik oluşuyor ve katılımcılar bu yeni oluşan ilişkisellik  üzerinden kendi “metin”lerini yazıyorlar. Bu şekilde büyüleyici bir süreç başlıyor. Bu anlamda çağdaş sanat Antik Yunan’dan beri gelen “sanatın sonu”nu getirdi belki ama yepyeni bir alan açmış oldu. 

Şu anda Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsünde Heykel Bölümünde Yüksek Lisans tez aşamasında olduğunuzu biliyoruz. Yüksek lisansınızı heykel alanında yapmanızın belli bir sebebi var mı? İlerleyen dönemlerde heykel üzerine çalışmalar yapmayı düşünüyor musunuz?

Güzel bir soru. Annemin  Gazi Eğitim Resim bölümünden mezun olduğunu söylemiştim. Kendisi tercihimi duyduğunda, “Neden resim değil de, heykel?” diye sorarak sitemde bulundu. Heykel, çünkü, benim açımdan daha çok olanak içeriyor. Mekana özgü enstalasyon ya da video enstalasyon yapıyorsanız örneğin heykel bölümündeki pratiklerin ve öğrenimin değeri büyük. 

Sorunun diğer kısmı için de şöyle cevap verebilirim. Heykel çalışmaları yapmayı düşünüyorum. Şu an daha çok mekan/nesne enstalasyonları üzerine çalışıyorum ama ileride daha ”heykel”si denemeler düşünüyorum. Bu süreçte cihaz arayüzlerinden yaralanmak, artefactları onların gözleriyle oluşturmayı denemek. Zira artık görme edimi bu arayüzlerle yakın ilişki içinde. Ekranlarla, kamerayla ilişkimizin etkisi önemli. O yüzden “heykelsi” dedim. Salt zanaatçı bir el ve gözle oluşturulmuş bi sanat artefactlarının ötesinde, melez süreçlerden gelen nesneler çağı bugün. Teknoloji dolayımının sınırları nedir heykel sanatında mesela? Önemli bir soru bence.

Biyografinizde mekanda endüstriyel üretim ve zanaat yanyanalığı üzerine kavramsal temaların araştırma konunuz olduğu yazıyor. Bu temaları ve onları nasıl işlediğinizi biraz açabilir misiniz?

Tabii. Bence insanın teknikle kaçınılmaz bir ilişkisi var. Teknik önceleri zanaatti, şimdi teknoloji. Zanaat, bir ustanın bir ürünü başından sonuna kadar tasarlayabildiği ve üretebildiği bir alan. Teknoloji ise böyle değil. Ürünün bütünlüğü için o ürünün farklı katmanları ve kısımlarıyla  ilgili ihtisaslaşmış bilgiye sahiplik gerekiyor. Ürün dediğimiz şey enformasyonun cisimleşmiş hali aslında. Enformasyon(dematerialized) ve onun  cismani (materialized) hali var. Bu ilişkiler ilginç. Bu sergide sergilediğim  “Dünyada Olmak” işi de zanaatle, endüstrinin birleşimi bir iş. Orada mesela ahşap malzemede yaşanmış olanın bilgisi var, onun endüstriyel türevi ise yaşanmışlıktan ari. Enformasyon geçirgen ancak “yaşanmışlık” değil. Yaşanmışlık nesne üstüne gömülü kalıyor, kopya  ise yaşanmışlık duygusuna haiz olmuyor. 

Bir küratör olarak zaman ve mekan, sizler için en önemli iki unsur diyebilliriz. Sanatçının eserleri kadar, nerede ve nasıl sergilendiği de sanatsevere hitap açısından oldukça önemli. Bu noktada aklıma biraz da Kant’ın transendental estetik felsefesi geliyor. Bu felsefeye göre, zaman ve mekan, duyumsamada bulunan zihnin formlarıdır. Bir başka deyişle “herhangi bir nesnenin olabilecek bütün özelliklerin kenara bırakıldığında hala o nesnenin kendisine değil ama olma; düşünülme imkânına ilişkin olarak bu kavramlar geriye kalmaya devam eder.” Bu bağlamda, Kant’ın transendental estetik felsefesi hakkında ne düşünüyorsunuz? Çalışmalarınızda, bu felsefenin etkilerini görebilir miyiz?

Kant için büyük kopuş filozofu denir. Ondan önce, sanat ve etik alanlarında Antik Yunan kozmolojisi ile  Hristiyan öğretisinin etkilerini izliyoruz.  Sanatın kutsal olan ile ilişkisi önemli bir mevzu. Güzellik bir şekilde dinsel olanla ilişkili. Kant felsefesi bu anlamda büyük bir kopuş yaratıyor.  “Hümanist” yaklaşımıyla  merkeze “aklı”  koyan bir filozof Kant. Kabaca Kant’ın güzellik anlayışı ya da “güzellik yargısı” öznellik  üzerine ayrım yapması ile ilgilidir. Kant, bir şey için  güzel yargısına varmak için duyumun yarattığı zevke, derin düşünmeye yol açmasını da ekler. Zira zevkler değişebilir (özneldir). Öznel değerlendirme yok olduğunda da o şeye güzel diyebiliyor muyuz? Bizde derin düşünmeye (reflective contemplation) yol açıyor mu? Bu durumda öznellikten bağımsız olarak diğerleri ile birlikte  güzellik yargısına varılabilir demektir. Burada tabii “güzel” ve “estetik” kavramları üzerine de düşünmek gerekir. 1750’lere dek  modern anlamda “estetik” kavramından bahsetmek mümkün değil. Alman filozof  Baumgarten 1750’lerin ortalarında bu konuda yazıyor. 

Derin düşünme, yani zevk almaktan öte bir düşünmeye yol açması manasında tüm güncel sanat pratiklerinin temelinde bu estetik etkiyi gözlemleyebiliriz. Ancak bu “kategori”nin dışında çağdaş sanatta örneğin psikanalizin de önemli etkilerini görebiliriz.  Bu bağlamda sergideki işimin Kafka’nın Ceza Sömürgesi öyküsü ile ilişkilendirilmesi ( Bakınız: K24, Ahmet Ergenç “Ankara Avangard?” yazısı) bana Sigmund Freud’un estetik bir etki olarak ele aldığı “tekinsizlik” faktörünü düşündürdü.  

Ahmet Güven

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

Başa dön tuşu